19. yüzyılın sonu Osmanlı Devleti için yıkım, Müslüman vatandaşları ve çoğunluğu Türkler için de tam bir felaket devri olmuştur. Devletin yaşadığı siyasi istikrarsızlıkların faturası asli unsur Türklere kesilmiştir. Önce 93 harbi ardından Trablusgarp, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemi Türkler için tam anlamıyla felaket yılları olmuştur.
Bizde savaşlar sadece askeri, siyasi, ekonomik, hukuki ve diplomatik yönleri ile ele alınır. Genellikle siyasi tarihin konusudur. Tuğla kalınlığındaki inceleme-araştırma çalışmalarında bile savaşların topluma, bireye maliyeti ya birkaç satırla geçiştirilir ya da hiç bahsedilmez.
Türkiye’de özel yeteneklilerin (üstün zekalılar) eğitiminin geçmişine dair mesaimin büyük kısmını Enderun araştırmaları işgal etmiştir. Enderun Mektebi’nin son dönemi ile ilgili arşiv araştırmaları sırasında savaşların toplum ve birey bünyesinde açtığı yaralara tüm çıplaklığı ile şahit olmuştum. 23 Nisan Çocuk Bayramı vesilesi ile de bu meseleye değinmeden geçemedim.
Osmanlı’nın klasik devrinde Enderun’a talebe/şakirt/içoğlanı devşirmenin yolu bellidir. Devşirme sistemi ve nadirattan farklı usullerle Enderun’a dahil olunurdu. Fakat, 93 harbi ile (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı) ihtiyaca binaen yeni bir usul daha ekleniyor. Balkanlarda harpten doğrudan etkilenen özellikle Deliorman-Tuna Nehri arasındaki Bulgaristan coğrafyasında Rus ordularının işgali ve Bulgar çetniklerin terör faaliyetleri sırasında ana-babalarını kaybeden öksüz yetimler ile harpte şehit düşen ordu mensuplarının yetimlerinin büyük kısmı Balkanlarda ve Trakya’ya işgal görmeyen beldelerde kurulan Dar ul-Eytam (darüleytam: yetimhane)’lara yerleştiriliyor. Üsküp, Edirne, İstanbul darüleytamları bunların en büyükleri… Filibe, Sofya, Tekfurdağı (Tekirdağ), Kırkkilise (Kırklareli), Bursa, Samsun, Bolu, Manisa, İzmir, Balıkesir, Kastamonu, Ankara, Sivas, Erzincan, Adana, Diyarbekir, Erzurum, Malatya, Antalya darüleytamları bir çırpıda hatırlananlardan bazıları. İstanbul gibi büyük şehirlerde birden fazlası da var…
Memleketin her köşesinde var olan darüleytamların öksüzlerinin fişlerinde annelerine nasıl kaybettiklerine dair farklı hikayeler olmakla birlikte; yetimlerin çoğunluğu babalarını harpte kaybetmiş şehit çocukları… Böyle bir sosyal felakete devletin tüm birimleri duyarlılık gösterdiği gibi Enderun da kapılarını açmış. Yetimhanelerden kabiliyet imtihanı ile Enderun Mektebi’ne alınmış talebelerin yazışmalarının izini sürmek ürpertici bir araştırmaydı. II. Abdülhamid Han sonrası İttihat Terakki yönetimi Enderun Mektebi’ni lağvetmiş olsa da Trablus Garb harbi ile birlikte Enderun Mektebi şehit yetimlerine tekrar kapılarını açmış. Derne’de, Bingazi’de ve diğer Trablus Garb cephelerinde şehit düşen Osmanlı gönüllüleri ile birlikte yerli halkın şehitlerinin yetimleri de İstanbul’a getirilmiş. Balkan Savaşlarında şehit düşenlerin yetimlerinin yolları hem darüleytamlar hem de Enderun ile tekrar kesişmiş. Hepsinin hikayesi ayrı bir film senaryosu… I. Dünya Savaşı’nda Enderun’lu yetimlerden bazıları tekrar seferber olmuşlar ve cephelere gönderilmişler… Dram üzerine dram bu şehit yetimlerine dair yapılan yazışmalarda saklı… I. Dünya Savaşı cephelerine giden Enderun’luların dönüşü 1921 yılına kadar beklenmiş ve cepheden dönemeyecekleri katileşen şehid oğlu şehid Enderun’luların maaşlarının ve ödeneklerinin tensikine (kesilmesi), mevcut tenksikatın hazineye aktarılmasına karar verilmiş.
I. Dünya Savaşı’nda Balkanlar ve Anadolu’da şehidi olmayan köy, kasaba, mahalle, sokak kalmamıştır, desek abartmış olmayız. Kastamonu Dereköy’ünün Ersizler Deresi’ne dönüş hikayesi bu anlamda çok hazindir… Cepheye uğurladığı tüm erkeklerini şehit vermiş bir köy…
Osmanlı Rus Harbi (1877-78), Türk İtalyan Harbi (1911 Trablus Garb), Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı derken ardına dört yıl devam edecek olan (1918-1922) Milli Mücadele dönemi ekleniyor. Milli Mücadele döneminde memleketin öksüz ve yetimlerine din, dil, ırk, nesep ayrımı yapmaksızın Türk insanının şefkatini, insanlığını en güzel örnekleriyle hayata geçiren Kazım Karabekir Paşa’yı da anmak gerekir.
Aslında darüleytamlara, darüleytamlardaki yetim ve öksüzlere sahip çıkma konusu sadece Kazım Karabekir Paşa’ya özel bir tutum değildir. Dönemin önde gelen isimleri ile birlikte, askeri erkan, bürokratlar, hanım sultanlar, ilmiyeliler, işadamları hasılı duyarlı tüm Osmanlı vatandaşları bu sosyal yarayı iyileştirmek için destek olmuşlardır.
Milletin kültür ve medeniyetinde var olan sosyal ve insani gelenek Osmanlı’nın çöküş sürecinde yaşanan felaketlerden dolayı duyarlılığı artırmış, bu duyarlılık kurumsallaşma yolun gitmiştir. Memleketin dört bir köşesinde darüleytamlarda gördüğümüz bu sahiplenme hareketi Darüşşafaka Cemiyeti ve Mektebi, Darül Hayr-ı Ali Mektebi (Sultan II. Abdülhamid’in girişimi ile kurulan yetim ve öksüzler okulu) ve son dönem Enderun ile zirveye taşınmış ve okullaşma sürecine dahil olmuştur. Darüleytamlardan yararlandırılacak çocukların belirlenmesinden, barındırılmasına; çocukların ihtiyaçlarından kurumların idamesine kadar pek çok detayın yürütülmesi için 1917’de Himaye-i Etfal Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyet, Cumhuriyet idaresince de sahiplenilmiş 1934 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu’na dönüştürülerek günümüze kadar varlığını korumuş ve misyonunu sürdürmüştür.
Darüleytamlarda barınan çocuklar hakkında yaptığım zeka araştırmaları sırasında ilginç kayıtlara ulaşmıştım. Çocukların pekçok özelliklerine dair tutulan detay kayıtlar arasında “Geri, çok geri, ahlaklı, ahlakı bozuk, selah var, kabiliyetli, kabiliyetsiz, zeki, çok zeki, saf, okuma yazma biliyor, az biliyor” şeklinde ilginç saptamaların uzun süreli gözlemler sonucu ilgili görevlilerce tutulduğu anlaşılıyor. İsimlerini ve kimliklerine dair diğer özel bilgilerini gizleyerek sunduğum iki belge bu dönemde yaşanan dramı anlattığı kadar bu çocuklar için üretilen hizmetler ve yapılan çalışmaları anlamak için de önemli detaylar içeriyor.
Cumhuriyet döneminde önemli günlerin ve bayramların kutlama merasimine başlamadan önce protokolün ilk ve en önemli uğrak yeri darüleytamlar olmuştur. Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere devlet erkanının önde gelenleri önemli günler ile birlikte yurt gezilerine çıktıklarında da bu tutumu sürdürmüşlerdir. Gittikleri şehir ve beldelerde ziyaret edilen ilk mekanlar arasında darüleytamlar bulunmaktadır. Yine dönemin önde gelen isimlerinin çoğunun belki de tamamının gizli açık himaye ettikleri öksüz ve yetimler olmuştur.
Cumhuriyet neslinin himayeye muhtaç bu çocukları sevindirmek için yaptıkları en önemli girişimlerden biri hiç şüphesiz bir bayramdır. 23 Nisan’lar, 1920’den itibaren bayram havasında kutlanmış ve adına ilk kez 23 Nisan 1922’de Iyd-i Milli (Milli Bayram) denilmiştir. 1923’ten itibaren Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından Çocuk Günü ve Çocuk Bayramı olarak adlandırılan 23 Nisan’a İstiklal Günü İstikbal Günü, İstikbalimiz Çocuklarımız sloganı eklenmiştir. 1924 ve 1925 yılı 23 Nisan Bayramlarında Himaye-i Etfal Cemiyeti lehine geniş katılımlı destek kampanyaları düzenlenmiştir. 1926’da Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin Ankara’daki genel merkez binası önüne lunapark (salıncak meydanı) kurulmuş; resmi devlet protokolü ile ilk kez çocuk bayramı olarak kutlanmıştır. Ankara’da Himaye-i Etfal Cemiyeti himayesindeki çocuklar için otomobil konvoyu kurulmuş ve şehir turu attırılmıştır. Dönem basını incelendiğinde 1926’deki törenlere yurt sathında hazırlık yapıldığı görülmektedir. 23 Nisan 1926’de tüm ilçe ve il merkezlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti şubelerinden başlayan 23 Nisan Çocuk Günü/Bayramı etkinlikleri halkın yoğun ilgisine mazhar olmuştur.
1935’te Hakimiyet-i Milliye, 1981’de Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı adını alan milli bayramımızı bu yıl çocuk bayramı olarak 100. Yılını kutlamaktayız. Yüz yıl önce Türk Milletinin istiklali ve istikbali için şehit düşen kahramanlarının yetimleri ile memleketin öksüzlerini sevindirmek, şuhedaya Milletçe vefanın yadigarlarına şefkatin timsali olarak düşünülmüştü çocuk bayramı… Aynı anlam ve özü hatırdan çıkarmadan himaye-i etfal ruhu ile anılması ve kutlanması; aynı vefanın depremzede vatandaşlarımız için gösterilmesi dilekleri ile…
23 Nisan 2023
Erol KÖMÜR.